Kişinin güçlü ve ayakta kalmasını sağlayan en önemli faktörün ruh ve akıl sağlığı olduğunu söyleyen Dr. Mehmet Yavuz, “Şizofreni belirtileri göstermeye başlayan kişinin kendi durumunu tartması, isabetli sonuçlara varması mümkün değildir.
Bu durumda hastayı ailesi ve yakın arkadaşları yönlendirerek destek vermelidir. Yaygın olarak şizofreni hastaları, kafalarının içlerindeki sesler tarafından yönetildiklerini, duygularının ve düşüncelerinin kontrol edildiğini, fikirlerinin çalındığını söylerler.
Bireyin şizofreni olduğunun en net belirtisi, hastanın gördüğü sanrılardır. Doğru olmadığına dair kanıtların olmasına rağmen hastanın doğru olduğunu savunduğu, yaşanmamış olayların yaşanmış olduğu iddiasında bulunma duruma; sanrı denir” dedi.
“Hastalık saldırganlaştırmıyor, toplum saldırganlaştırıyor”
Olmayan sesleri, kokuları, görüntüleri gerçek gibi algılayan şizofreni hastalarının, yaşadıkları sanrılara gerçekmiş gibi tepkiler verdiğini ifade eden Yavuz, “Hastada içe kapanma, toplumdan soyutlanma, konuşmada bozukluk dikkat çekici boyutlara uzanır.
Bu yüzden şizofreni teşhisi konmuş hastaların, günlük hayatına ve işine devam etmesi pek mümkün olmamaktadır.
Şizofreni hastalarının saldırgan olduğuna dair toplumda yer eden yanlış inanış, onların sosyal hayattan soyutlanmasına sebep olmaktadır. Hasta, sosyal hayattan dışlanmaz ve kabul görürse tedaviye daha hızlı yanıt verir” diye konuştu.
“İntihar eğilimleri artar”
Şizofreni tanısı konan hastalarda genellikle konuşma içerinde bozukluklar gözlenebildiğini, doğru zamanda doğru tepkiler veremeyeceklerini belirten Dr. Yavuz, şunları kaydetti:
“Kişisel hijyenlerinde azalma başlar, tedavi başlamaz veya tedavide yol kat edilemezse hastalar artık çevresine olan tüm ilgisini kaybetmenin yanı sıra kendilerinin bakımlarını bile sağlayamaz hale gelerek intihara eğilimleri gösterirler. Tüm hastalıklarda olduğu gibi genetik bir hastalık olan şizofreni aile bireylerine kalıtsal olarak aktarılmaktadır.
Örneğin; ebeveynlerden biri şizofreni hastası ise çocuğun da hastalanma riski yüzde 10 ila 15 arasındadır. Hem anne hem baba hasta ise bu oran yüzde 40’a ulaşır. Şizofreni tanısı konmuş bireyin çocuğunun hastalığa yakalanma riski diğer çocuklara göre 10 kat daha fazladır.”
“Şizofreni stresten besleniyor”
Yavuz, genetik yatkınlığa sahip, beyin kimyasallarında bozulma yaşanan ve yoğun stres altında kalan kişilerin risk grubunda olduğunu ifade ederek, hastalığın çoğunlukla gençlik çağında yaşanan hormonal ve fiziksel değişimlere bağlı olarak kendini gösterdiğini bildirdi.
Şizofreni türleri ve semptomları
Dr. Yavuz, şizofreni türleri ve semptomlarını ise şöyle sıraladı: “Halüsinasyonlar, hezeyanlar, şüphecilik gibi semptomlara sahip hastalar paranoid şizofreni türüne dahildir. Bu hastalar belirtileri gizler ve hasta olduklarını kabul etmez.
Davranışlarında aşırı duyarlılık, düşünce akışında ve konuşmada bozukluk yaşayan hastalar disoganize şizofreniyle mücadele etmektedir ve içlerine kapanma, dış dünyadan soyutlanma sık sık görülür. Hastanın hareket bozukluğu yaşadığı uzun süre aynı noktada sabit kaldığı katatonik şizofreni bireyin gündelik hayatına devam etmesine engel olur.
Hastalık her zaman kategorize edilemez ve tüm bu türlerin semptomlarını içinde barındırabilir bu durumda ise ayrışmamış şizofreni denmektedir.”
Şizofreni hastalarına yaklaşım nasıl olmalıdır?
Şizofreniye yaklaşım konusunda, öncelikle ailenin hastalıkla ilgili detaylı bilgi sahibi olması gerektiğini vurgulayan Yavuz, “Beklentiler daha gerçekçi tutulmalı ve tedavi planının çıkarılmasında bu durum dikkate alınmalıdır.
Depresyon ve kaygı bozukluğu en sık görülenleridir. Empati ile bu sorun da kolaylıkla aşılabilir” ifadelerini kullandı.
“Umutsuzluğa kapılmayın, sosyal hayattan soyutlanmayın”
Umutsuzluğun, çevreden kopmanın, zararlı madde kullanımının hastaların ilerlemesine neden olduğunu belirten Yavuz, “Hastalar tedavi planlarına bağlı kalmalıdırlar.
Hastanın kilo dengesini koruması, kişisel bakımına önem vermesi onun için çok önemlidir, çünkü bazen hastaya duş almak ve yüz yıkamak bile çok zor gelir.
Şizofreniyle yaşamak, hasta için çok zordur. Hastalıkla mücadele etmek yıpratıcı ve zorlu bir süreçtir. Bu sürede kişinin yaşama bağlılığı, sosyal çevreyle olan etkileşimi tedavinin başarı sağlamasında en önemli noktalardan biridir.
Hastalık sürecinde hastanın ve hasta yakınlarının umutsuzluğa kapılması tedavi için olumsuzdur. Umutsuzluğa kapılmayın, zararlı maddelerden uzak kalın ve her durumda doktorunuzla iletişim halinde olun” dedi.