Dişlerin en sık görülen hastalığı olan diş çürüğüne karşı zamanında önlem alınması gerekir.
Diş çürüğü günümüzün belki de en yaygın hastalığıdır. Toplam nüfusun yüzde 90’mda görülür. Bu yaygınlığıyla yalnız kişilere değil toplumsal yaşama da büyük zarar verir. Ülkelerin ekonomisinde yol açtığı işgücü kaybı son derece büyüktür. Ayrıca diş çürüklerinin yetersiz çiğneme sorunlarına, yerel ve genel hastalıklara neden olduğu da unutulmamalıdır.
Uygarlığın ilerlemesiyle diş çürüğünün görülme sıklığı arasında sıkı bir ilişki vardır. Tarihöncesi çağlarda diş çürüğü gibi bir sorun olmadığı, Paleolitik Çağ’da belki de hiç rastlanmadığı anlaşılmaktadır. Diş çürüklerine ilişkin en eski bilgiler Portekiz’de küçük bir yerleşim bölgesi olan Müge yakınlarında bulunan 200 kadar kafatası fosilinden elde edilmiştir. Paleolitik’i izleyen Mezolitik Çağ’dan (İÖ 10.000-6.000 yılları arası) günümüze ulaşmış olan bu kalıntılarda çürük diş oranı çok düşüktür. Diş çürükleri daha sonraki evre olan Neolitik (Cilalı Taş) Çağ’da insanların yerleşik düzene geçip tarım ve hayvancılıkla uğraşmaya başlamalarıyla yaygınlaşmıştır. Paleolitik Çağ verileri günümüz ilkel toplulukları için de geçerlidir. Afrika’nın güneyinde yaşayan Sanlar (Buşmanlar) arasında diş çürüğüne hiç rastlanmamıştır. Ayrıca eski yaşama alışkanlıklarını sürdüren Eskimolar ile kentlere yerleşerek günümüz uygarlığının sağladığı yaşama ve beslenme alışkanlıklarını edinmiş Eskimolar arasında diş çürüğüne rastlanma oranı bakımından büyük farklar görülmektedir.
Diş Çürümesine Karşı Beslenmenin Önemi
Değişik beslenme alışkanlıkları olan halklar arasında yapılan istatistikler beslenmenin diş çürüklerinin oluşmasında önemli bir rol oynadığını göstermistir. Beslenme düzenleri doğal besinlere dayanan topluluklarda, diş çürüklerinin sıklığı belirgin ölçüde düşüktür. Avrupa’da II. Dünya Savaşı sırasında diş çürümelerinin azaldığı görülmüştür. Ama savaştan sonra gene savaş öncesindeki orana ulaşılmış ve savaşın ardından dört beş yıl geçtikten sonra bu oranın daha da yükseldiği belirlenmiştir.
Savaş yıllarındaki azalma büyük olasılıkla doğal besinlere dayalı beslenmeyle ilişkilidir. Sonraki artış ise 1944-48 arasında doğanlarda, ekonomik bunalım sonucu gelişen yaygın raşitizme bağlı olabilir. Diş çürümesinde, katı ve sıvı besinler arasındaki oran, yanlış beslenme alışkanlıkları ve hatta coğrafi, jeolojik, ekonomik ya da toplumsal durum bile etkili olabilir.
Sert ve çiğ gıdaların dişlerde temizleyici etkisi vardır. Bunlar ayrıca dişlerin destek dokularını da güçlendirir. İşlenmiş ve yumuşak gıdaların beslenmedeki oranının yükselmesi çiğneme işlevini azaltarak hem diş çürümesinde genel bir artışa, hem de yakın zamana değin sağlamlığım koruyan kesicidişlerde çürüklerin görülmesine neden oldu. Belli bir sertliği olan yiyeceklerin çiğnenmesi, kesicidiş uçlarının ve buradaki pürüzlerin aşınmasına yol açarak zamanla çiğneme yüzeylerini düzleştirir ve besin artıklarının birikerek çürüme sürecini başlattığı noktaları ortadan kaldım. Uygar toplumlarda sert ve çiğ gıdalarla beslenen halklarda görülen tipik aşınmış dişlere rastlamak giderek zorlaşmaktadır.
Karbonhidratlarca zengin bir beslenmenin de çürük oluşumunu kolaylaştırdığı bilinir. Uzun süre çürüklerin başlıca nedeni olarak şekerin mayalanmasından oluşan asitler gösterilmiştir. Günümüzde çürüme etkenlerinin çok daha çeşitli olduğu bilinmektedir. Bu süreci yaratan nedenler çok değişiktir ve uzmanlar arasında hâlâ tartışma konusudur.
Diş Çürümesi Nedenleri, Dişler Neden Çürür
Kimyasal kuram olarak bilinen bir görüşe göre çürükler ağızda biriken besin artıklarından kaynaklanır. Bu artıklar ayrışırken açığa çıkan asitler diş dokusunun mineral bileşimini parçalar. Bakteri kuramına göre ise minenin organik bölümünün parçalanmasından bazı bakteriler sorumludur. Bunu izleyen ikinci aşamada mineral bölüm parçalanır. Bu iki ayrı yaklaşımı birleştiren daha yeni bir kurama göre yiyecek artıklarında üreyen bakteriler asit üreterek, dişin mineral desteğini parçalamaktadır. Ağız boşluğundaki tükürük salgısının ortamın asitliğini düzenleyici bir etkisi vardır. Ama bu etki bakterilerin oluşturduğu diş plakları karşısında yetersiz kalır. Plaklar ortamı asitleştirir ve çürüklerin oluşmasına yol açar.
Diş çürümesine ilişkin olarak öne sürülen bu görüşler ağız temizliği konusunda bilimsel çalışmaların başlamasını sağladı. Sonunda diş fırçalan ve diş macunlan günlük yaşama girdi. Çürümeyi engellemek için minenin belirli bölgelerinde laktik asit birikiminden sorumlu olan plağın ortadan kaldırılması gerektiği sonucuna varıldı.
Son dönemde ise tükürük kuramı ortaya atıldı. Bu kurama göre çürük, dişin dışındaki biyolojik sıvı olan tükürük ile içteki organik sıvıları ayıran yarı geçirgen bir zar gibi işlev gören karmaşık bir sürecin ürünüdür. Bu nedenle doku yıkımına yol açan hastalıklar, vitamin yetmezlikleri, enfeksiyonlar ve zehirlenmeler organizmanın dolaşımdaki sıvılarını değişikliğe uğratırken etkilerini dişte de gösterirler. Çürüklerin yerel nedenleri, kalıtsal ya da edinilmiş yatkınlığa bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu yaklaşıma göre aşağıda belirtilen etkenler çürüklerin önlenmesinde büyük önem taşır: Minerallerce zengin beslenme, vitaminler, gebelik ve ilk çocukluk döneminde bol protein alınması, karbonhidrat ve şeker alımının sınırlandırılması ve ağız bakımına özen gösterilmesi. Ağız bakımı özellikle plak gelişimini önlemeye yönelik olmalıdır. Plakların, tükürük ve dişetlerindeki iltihaplı doku sızıntısından kaynaklanan bir çeşit jelatinsi zar üzerinde yaşayan küçük bakteri kolonilerinden oluştuğu bilinmektedir. Dişetlerinin de diş hastalıklarının ortaya çıkmasında büyük önemi vardır. Çürüğe ve diş çevresindeki hastalıklara neden olan bakteriler, plağa yapışmadıkça zararlı bir etki gösteremezler. Bu nedenle plağın ortadan kaldırılması çok önemlidir.
YERLEŞİM
Diş çürümesi tam olarak bilinmeyen, hâlâ belirsizlikler taşıyan bir süreçdir. Hızlı gelişen ve geniş doku yıkımına yol açan çürüklerin çok bakımsız ve hastalıklı ağızlarda görüldüğü bilinmektedir. Bu nedenle çürüğe yatkın ya da dirençli ağızlardan söz edilebilir. Ama çürüğe karşı gösterilen direncin ağız genelindeki savunma mekanizmalarına mı, yoksa dişin kendi direncine mi bağlı olduğu bilinmemektedir.
Alt birinci büyük azıdişleri, gençlik döneminden başlayarak çürümenin en çok görüldüğü dişlerdir. Çürüme daha sonra giderek azalan oranda üst birinci büyük azılar ile ikinci büyük azılarda, en az olarak da alt kesicidişlerde görülür. Çürük en çok dişin taç çıkıntıları arısındaki derin oluklarda ve dişler arasında kalan bölgede gelişir. Dişin boyun kısmındaki çürüklere de oldukça sık rastlanır. Bunlar genellikle vücudun zayıf düşmesine yol açan organik hastalıklarla ilişkilidir. Bazen çok sert bir fırçanın kullanılmasına da bağlı olabilirler. Mekanik etki diş minesini yıpratabileceği gibi, dişetini de yaralayarak çekilmesine yol açabilir. Böylece çürüğe direncin daha az olduğu minesement sının ortaya çıkar.
Çürüğün dişe geniş biçimde yayılması seyrek olarak, yalnızca dişin aşırı ölçüde mineral yitirdiği organik hastalıklarda görülür. Bu hastalıklar dişin savunma mekanizmalarını zayıflatarak bakterilerin yerleşmesini kolaylaştırır.
Diş Çürükleri Çeşitleri
Çürüme mine katmanında küçük bir lezyonla başlar ve mine katmanını aşarak dentine ulaşır. Bu dokuda daha hızlı ve kitlesel olarak yayılır. Sement ve mineye uzanan dentin kanalcıkları çürüğün sızmasını kolaylaştırırken mine kadar sert olmayan dentinin mineral tuzlarını içeren organik yapısı çok daha hızlı biçimde yıkıma uğrar. Sonuçta minedeki küçük bir yarığın altında yumuşamış bir doku bölgesi oluşur. Bu bölgenin koyu rengi minenin saydamlığı nedeniyle kolayca görülebilir. Sert bir besinin çiğnenmesi ya da çürümüş dentin bölgesinin çok genişlemesi, üstteki mine katmanının parçalanmasına neden olur ve çürüme yeri bir yarıkla açığa çıkar. İçten oyulan bu çürük tipinde, çürük bölgesi büyük ölçüde mine katmanı bozulmadan genişler. Gelişme hızlıdır. Çünkü yiyeceklerin çiğnenmesi, tükürük salgısı ve diş bakımının sağladığı temizlikten uzak kalan bu çürüme odağı serbestçe gelişme fırsatı bulur. Dişin boyun bölgesi çürükleri gibi bazı yüzeysel çürükler ise olduğu gibi kalmış izlenimi verecek ölçüde yavaş ilerler.
Genel olarak çürükler, çürüme sürecinin dişözü ya da diş sinirinden uzaklığını belirtmek için yüzeysel, orta derinlikte ve derin çürükler olarak sınıflandırılır.
Başlangıç evresinde yüzeysel çürükler yalnızca dentin katmanının en üst bölümünü ve mineyi etkiler. Orta düzeyde çürüklerde ise dentin önemli ölçüde etkilenir. Dentin boyunca yayılmış olan derin çürüklerde ise dişözü (pulpa) mikrop kapar ve tedaviye başlanmazsa buradaki doku ölümüyle birlikte enfeksiyonun daha derinlere inme yolu açılır.
Yüzeysel çürüklerde ağrılı belirtiler genellikle görülmezken, orta derinlikteki çürükler ısı değişimlerine (sıcak, soğuk) ya da bazı yiyeceklere (tatlı, asitli vb) karşı duyarlı olabilir. Bu uyaranların doğurduğu ağrı, uyaranın ortadan kalkmasıyla yok olur. Derin çürüklerde dişözü-ne bakteriler bulaştığından ağrı kendiliğinden ya da uyanlardan sonra ortaya çıkabilir. Ağrı şiddetlidir ve birden başlar. Hasta ağrıyan dişini belirlemekte güçlük çeker. Enfeksiyonun dişözüne yeterince yayımladığı durumlarda, ağrı giderek azalıp yok olur. Ağrı genellikle gece saatlerinde vücut yatay konumdayken ortaya çıkar. Çünkü bu konumda başa daha çok kan gider. Enfeksiyon dişözüne iyice yayılıp irinleşmişse, çok şiddetli olan ve çevreye de yayılan zonklayıcı ve sürekli bir ağrı görülür.
Ağrının özelliklerini dişin anatomik yapısı belirler. Bağdoku, çeşitli tipte hücreler, damar ve sinir liflerinden oluşan dişözü bir boşlukla sınırlanmıştır. Dişözü odacığı denen bu boşluğun du-varlan sert ve esneklikten yoksundur. Dişin taç bölümünde genişleyen dişözü odacığı köke doğru incelip ipliksi bir uzantıya dönüşür ve bu bölümü kök kanalı adıyla tanınır.
İltihaplanma sırasında dişözü damadan daha fazla kan akımıyla genişler ve sinir liflerine baskı yaparak ağrıya neden olur. İltihaplanmanın belirli bir düzeyi aşmasından sonra dişözünde artan ödem özgün bir ağrı duyumuna yol açar. Artık doku yıkımı onarılamaz durumdadır. Ağrı yalnız dişözünün ölümüyle kesilir. Bu doku ölümü ya enfeksiyon sürecine bağlıdır ya da tıbbi girişimle sağlanır.
Özetlemek gerekirse mikropların üremesi dişözünde bir apsenin oluşmasına neden olur ve bu durum dişözünde doku ölümüyle sona erer. Dişözü hastalıkları diş çürüğünden bağımsız olarak da gelişebilir. Ağır enfeksiyon hastalıklarında ya da âdet görme döneminde dişözü iltihapları ortaya çıkabilir.
Yaralanmalar ya da kimyasal maddeler gibi iltihaplanmaya yol açmayan ağır diş çevresi dokusu hastalıkları (periodontoz) ve dişeti cebindeki enfeksiyonlara bağlı hastalıklar dişözünde enfeksiyon oluşturabilir.
Dişözünde doku ölümü öncesinde bütün belirtiler aynı anda ortaya çıkmayabilir. Darbe gören bir dişte yıllar sonra ağır zararların ortaya çıktığı da bilinmektedir.
Diş Çürüğü Tedavisi, Diş Çürükleri Nasıl Tedavi Edilir
Çürüklerin tedavisi ağrının ortadan kaldırılmasına, doku yıkımının durdurulmasına ve dişin anatomik yapısının onarılmasına yöneliktir.
Yüzeysel ve orta derinlikte çürüklerde, çürüyerek yumuşamış diş dokusu frezle oyularak temizlenir. Oluşan boşluk dezenfekte edilerek dolgu malzemesi ile doldurulur.
Derin çürüklerde tedavi girişimini dişözünün enfeksiyondan etkilenme derecesi belirler. Dişözü dokusunun ağır yıkımları dışında, derin çürüklerin tedavisinde çağdaş yaklaşım, dişin canlılığını korumayı amaçlar. Çürük odağına en yakın dişözü bölgesinden dentinin yeniden üretilme süreci uygun ilaçlarla uyarılır. Oluşan yeni dentin daha koyu renklidir. Özgün kanalcıklarından yoksundur ve serttir. Dişin savunma mekanizmasının bir göstergesi olan bu yeni oluşum ikincil dentin adıyla tanınır.
İkincil dentinin üstüne yalıtkan bir madde ve daha soma da dolgu maddesi konur.
Dişözünün Çıkarılması
Dişin canlılığını koruyamayacak ölçüde yıkıma uğrayan dişözünün çıkarılması yoluna gidilir. Bu girişim anestezi yardımıyla ağrısız bir biçimde uygulanabilir. Yerel olarak ağrı duyusunu körelten ya da ortadan kaldıran anestezik maddeler iğneyle verilir. Eskiden arsenik içeren ilaçların diş içine uygulanmasıyla dişözü dokusunun ölmesi sağlanırdı. Bu yöntem artık uygulanmamaktadır. Dişözü, kök kanallarına kadar çıkarılabileceği gibi yalnız taç bölümünden kesilerek de alınır. Bu işlemlerden ilki pulpektomi, ikincisi pulpatomi adlarıyla tanınır.
Pulpatomi daha çok kök kanallarının tam olarak oluşmadığı çocuklarda, ilaçlı maddenin kökün başlangıç bölümünden öteye geçmesinin istenmediği durumlarda ya da kök yapısının içlerini tamamen boşaltmayı olanaksız kılacak ölçüde düzensiz olduğu olgularda uygulanır.
En çok uygulanan girişim pulpektomidir. Bu yöntemde dişözü kök kanallarından özel bir aletle çıkarılır. Dişözü çıkarıldıktan sonra kanallar genişletilir. Amaç ilaçlı maddelerin açılan kanallara yerleştirilmesi ve diş kökünün yeniden iltihaplanmayı önleyecek biçimde dol-durulmasıdır.
Minenin Doğuştan Bozuklukları
Bazı olgularda dişlerin aşın yıprandığı görülür. Bu olgular birbirlerine çok benzer özellikler gösteren ve kolayca tanınabilen doğuştan bozukluklara bağlıdır.
Hipoplazi – Bilinmeyen bir nedenden ötürü mine taslağının embriyon aşamasında duraklamasından kaynaklanır. Bu nedenle mine daha ince ve düzensiz gelişir. Dişler noktalı ya da dikey oluklu, koyu lekeli, sarımsı ve çizgilerle kaplıdır.
Hipokalsifîkasyon – Kalsiyum yetersizliği nedeniyle minenin sertliğini yitirmesi, minerallerin birikme aşamasında ortaya çıkan aşır! sıvı dengesizliklerinden kaynaklanır. Mine zayıf gelişir. Dişler kolayca ve bütünüyle aşınır. Dişler çıkarken mat ve düzleşmiştir. Daha sonra kararıp koyulaşırlar. Taç bölümleri kaplanarak tedavi edilir. Anne kamında geçen sürede karşılaşılan zararlı etkenler ve annenin ateşli hastalıkları dölütün gelişmekte olan dişlerinde bozukluğa yol açar.
Diş dolguları Hakkında Bilgiler, Diş Dolgusu Çeşitleri
Diş dolguları ve dişin yeniden biçimlendirilmesi çeşitli maddelerle yapılabilir. Bunlar siman, porselen, amalgamlar, gümüş ya da altınla kakma, yapışkan altın, reçine, kuvars-reçine bileşikleridir.
Silikat dolgular- Yapay porselen olarak da bilinen silikat dolgu maddeleri, doğal görünümü bozmamaları nedeniyle, özellikle ön dişlerin dolgusunda kullanılır.
Bu dolgu maddesi yapışkan olmadığından dişte, dibi ağzından daha geniş bir oyuk açılır. Silikat oyuğa yumuşak durumda sokulur ve sertleştikten sonra hazırlanan boşluğun özel yapısı nedeniyle dışarı çıkamaz.
Uygulama sırasında silikat dolguyu tükürükten korumak gerekir. Sertleşirken ıslanan silikat parçalanabilir. Kan ise lekelenmesine yol açarak estetik değerini azaltır. Dolgu maddeleri dişözün-de güçlü bir zehir etkisi yapacak özelliktedir. Bu nedenle doku ölümüne, kök başlangıcında kök granülomuna ya da diş apsesine yol açabilirler. Bu komplikasyonları önlemek için dolgu boşluğunun duvarları silikatı yalıtmaya yarayan maddelerle kaplanır. Ayrıca dolguya tükürük ve kan gelmesini önlemek için üstünde çalışılan diş ağız boşluğundan yalıtılır. Bunun için kullanılan ince bir plastik örtü uygulama sırasında delinerek dişe sıkıca geçirilir ve özel araçlarla tutturulur.
Silikofosfat dolgular – Oldukça kısıtlı bir kullanım alanı vardır. Metal kaplama yapılacak dişlerin altyapısını hazırlamada ya da hastanın uzun süre kullanamasa bile, doğal diş yapısından kolayca ayırt edilemeyecek bir dolgu istediği durumlarda kullanılır. Bu dolgu çiğneme hareketleri sırasında hızla aşınır ve belirli aralıklarla yenilenmesi gerekir.
Yapay reçineler – Diş dolgusunda kısa bir dönem yaygın biçimde kullanıldı. Hızla benimsenmesi, kolay biçimlenme, uygulamadan sonra uzun süre dayanma ve estetik özelliklerinden kaynaklanıyordu. Ama renklerinin zamanla değiştiği, yalnızca dişözüne değil dentinin organik maddesine de zarar verdikleri kanıtlanınca diş tedavisinde büyük ölçüde kullanım dışı kaldılar. Günümüz diş hekimliğindeki kullanım alanları hemen hemen yalnızca protezlerin kısa süreli onarımlarıyla sınırlıdır.
Porselen yığma – Silikat dolguların bilinmediği ya da yeterince geliştirilemediği dönemlerde başlıca estetik dolgu seçeneğiydi. Günümüzde çok az kullanılır. Çünkü kısa sürede porselenle diş arasındaki sınır çizgisi görünür hale gelmektedir. Uygulama özenli bir temizlik ve dezenfeksiyon işleminden sonra yapılır. Dişte açılan oyuğun duvarları diktir ve çürüğün genişliğiyle orantılı bir derinliktedir. Oyuğun tam ölçüsü alınır, dibine yapıştırıcı bir madde konur ve alınan ölçülere göre hazırlanmış porselenin açılan boşluğa oturması sağlanır.
Gümüş amalgam – Diş dolgularında en çok kullanılan madde gümüş amal-gamdır. Gümüşün cıvayla yaptığı bu ince toz ya da küçük pullar halindeki alaşım, içerdiği cıva miktarıyla orantılı olarak az ya da çok yumuşak olabilir. Amalgamdaki maddeler kendi özelliklerini yitirmeden sağlam bir yapı oluşturur. Önce yumuşak olan amalgam, kısa sürede sertlik ve direnç kazanır.
Gümüş amalgamın yapışma özelliği yoktur. Bu nedenle içinden çıkamayacağı uygun bir boşluğa yerleştirilmesi gerekir. Isıyı çok iyi iletmesi dişin sıcak ve soğuğa karşı duyarlılığını artıra-cağından sakıncalıdır. Bu nedenle diş boşluğuna ısı yalıtımı sağlayan bir katman döşenir. Kullanımını kısıtlayan özelliklerden biri de zamanla oksitlenerek mat ve hoşa gitmeyen bir renk almasıdır.
Altın – Diş dolgularında katı ya da son derece yumuşak biçimleriyle kullanılır. Erimiş altın döküm dolgu, koruyucu diş tedavileri arasında genellikle en iyi çözüm sayılır. Doku yıkımının çok ilerlediği durumlarda dişlerin yeniden biçimlendirilmesinde başarıyla kullanılır. Ama çürüğün birden çok dişte görüldüğü ve hızla yayıldığı olgularda kullanılması sakıncalıdır. Çünkü tedavi edilmiş oyukların kenarında sık sık ikincil çürükler gelişmektedir.
Erimiş altın döküm yöntemi yaygınlık kazanmadan önce sıkıştırılmış levha yöntemi kullanılıyordu. Oldukça zor olan bu girişimde dolgu boşluğuna, saf altın yapraklan dolduruluyordu. Bunlar dolgu tamamlanana değin birbirleri üstüne sıkıca bastırılırdı. Hem hazırlanan boşluğun dolguyu düşmekten alıkoyacak biçimde olması, hem de bu altın yapraklarının yapışmaya yatkınlığı yüksek nitelikli bir dolgu elde edilmesini sağlıyordu. Artık hemen hemen hiç kullanılmayan bu yöntemin yerini daha ucuz olan altın döküm yöntemi almıştır.
Kuvars-reçine bileşikleri – Hem estetik, hem de işlevsel olarak çok iyi sonuçlar veren bir dolgu maddesidir. Ön dişlerde önem kazanan parlaklığı, arka dişlerde de aşınmaya karşı yeterli direnci sağlarlar. Sertlik kuvarstan, parlaklık reçineden kaynaklanır. Üstelik bu reçineler normal reçinelerden farklı olarak metil metakrilat içermez. Akrilik asit türevi olan bu madde dişözünü örselemekte ve zamanla reçinenin rengini bozmaktadır.
Diş çürümesine karşı korunma yollarını “Sağlıklı Yaşam” cildinde bulabilirsiniz.
Diş çürükleri hangi yaşta ortaya çıkar?
Diş çürümesi her yaşta, küçük çocukların sütdişlerinde de ortaya çıkabilen bir hastalıktır. Sütdişlerindeki çürükler uygun bir yolla tedavi edilmelidir.
mısır yiyince alt çenedeki sağdan ilk ki dolgulu diş neden ağrır